Evet kalbiminin parçaları; gün bitsede bütün hayvanlar adına 4 Ekim “Dünya Hayvan Hakları Günü”m kutlu olsundu.

Hem çirkin hem şanssız nasıl olunur diye düşünürken kendimle karşılaştım.
Suskunluğum söyleyecek sözüm olmadığından değil, oralete olan saygımdandır. Bu arada halen tükenmiyorsak o da dinazorlara olan saygımızdandır şekerim, bilin istedim…
Birgün Urfalının biri cehennemi çok merak etmiş. Tam cehennemin önüne gelmiş, kafasını içeri doğru uzatmış, o sırada bir zebani Urfalının ensesine bir tane vurup içeriye fırlatmış. Urfalı durur mu, zebaniye şöyle demiş; Yav işte bele yapisiz diye kimse gelmek istemi haaa…
Sayın Cumhurbaşkanımız çok haklı, market fiyatları uygun diyor. Az önce marketten sadece poşet alabildim, o da 50 kuruştu gayet uygun bence…
Akşam akşam canım sıkıldı çocuk parkına gidip salıncak sırasına girdim. Bayana diyorum ki; çocuktan sonra sıra bende, sizin çocuk nerde diyor. Hanımefendiciğim darlandım, canım çekti 2 dk sallanıp gidecem, işim var zaten. Neyse son 20 senedir herkeşler din çalıştı, ama soru biyolojiden geldi.
Hani bir hikaye var ya; “Biz o ermeniyi dövdürmiycektik.” sıra bize gelmiş işte. Bir an aklıma George ORWELL ‘in “En iyi insan ölü insandır.” demesi geldi. Ama olsundu. Şuraya da mottomu bırakayımdı…
Gelelim yaşadıkları ile senin sevgini yargılayanlara; Dostoyevski sürgün yıllarında, hapishanedeki bir köpekle, insan ilişkileri üzerine gözleme dayalı bir deney yapar. Köpeği takibe alır ve yanından geçerken her mahkum tarafından tekmelendiğini gözlemler. İlginç olan, köpeğin mahkumlardan kaçmaması ve yanına bir mahkum yaklaştığında otomatik olarak eğilerek tekme pozisyonu almasıdır. Köpeğin her yanından geçen mahkum otomatik olarak köpeği tekmeler. Dostoyevski de, bir gün köpeğin yanına yaklaşır ve başını okşamaya başlar. Köpek bir süre şaşkın şaşkın ona baktıktan sonra, hızla yanından uzaklaşır ve acı acı havlar. Önüne gelen mahkumun tekmelediği köpek, o günden sonra nerede Dostoyevski’yi görse kaçar ve ona bir daha asla yaklaşmaz. Köpeğin tekme atanlardan kaçacağı yerde başını okşayan Dostoyevski’den kaçmasının bir piskolojik açıklaması vardır elbet! Kötülüğü hayat şartı kabul etmiş canlıların sevgiyi, kardeşliği, paylaşmayı görünce çok büyük şaşkınlık yaşamaları ve afallamalarıdır bu, ruhu köleleştirilmiş bu köpek sevgiye açtır. İnsanlar için de geçerlidir bu, Bazen kötü davrandığınız insanlar sizi çok sever, bazense iyi davrandıklarınız sizden nefret eder. Bir ara hatırlatın size Stalin’in tavuğu hikayesini anlatayım. İşte o hikayede “canını yakanın çare de olacağına duyulan amansız çaresizliği” bulabileceksiniz.
Şimdi kamu stopu: Ne güzel demiş Bozkırın Tezenesi Neşet Baba; “Sesizliğini duymayan birine sevdanı verme. Göynün incinir, uykuların ziyan olur”…
Bana iyi geliyorsun, diyebileceği biri olmalı insanın hayatında. Başını alıp gitmek istersin ya bazen, işte o zamanlarda şefkatine sığınabileceği biri olmalı insanın. Dünyanın bütün sıkıntısını, bir sarılışıyla unutturabilen biri olmalı. O biri iki ayaklı olur, dört ayaklı olur, kanatlı olur hiç fark etmez aslında. Hiçbir şeyi düşünmeden, korkmadan, savunmasızca…
Ha bu arada Ali artık Ayşe’yi sevmiyor, ihtiyaç hasıl olursa arıyor hepsi o.!
Bugüne kadar yaşanmış hayatın tek cümlelik özetini yapayım size; Elinde biraz yetki olan küçük beyinli insanları asla kızdırmamalısınız.
Yeni Zelanda’yı bilir misiniz? Hani şu Haka danslarını tebessümle izlediğimiz yerli kabileleriyle meşhur, adeta küçük Urfayı anımsatan ülke. Büyük Okyanus’ta bir ada ülkesidir aslında, aynı Urfam gibi. Güney Yarımkürede, Okyanusya’daki (Okyanusya, Büyük Okyanus’a dağılmış adaları kapsayan ülkelerden ve Avustralya’dan oluşan coğrafi bölgedir.) Güney Pasifik adaları arasında, Avustralya’nın yaklaşık 2.000 km güneydoğusunda yer almaktadır. Başlıca iki büyük (North Island ve South Island) ve 700’den fazla küçük adadan oluşur. Toplamda 268.021 kilometrekarelik bir yüz ölçümüne sahiptir. Bölgedeki tektonik hareketler ve volkanik olaylar nedeniyle Yeni Zelanda birçok yüksek dağa sahiptir. Yeni Zelanda’nın başkenti Wellington ve en büyük şehri Auckland’dır. Buraya kadar her şey normal değil mi, klasik Coğrafya bilgisi. İşte konu burda traji komik bir hal alıyor; bu adamlar her sene Çanakkale’ye gelip, sabah nemazını müteakip burda savaşı kaybedip ölen dedeleri için tören düzenliyorlar. Çokta nezaketli yabaniler. Burda düşünmeden edemiyorum; dedelerinin bizimle bu toprakları savunduğunu söyleyen şu
Ortadoğu yabanilerini gördünüz mü hiç oralarda? Göremezsiniz boşuna bakmayın, hain her daim haindir çünküm. İşte tam da burda hatırlatayım osmanlı sevicilerine 1791 de ölen Mozart bile bestelediği esere Osmanlı Marşı değil, Türk Marşı demiştir. Neden diye sordun mu acaba hiç kardeş? Evet Türkü ne güzel söylüyor; Alçaklara kar yağıyor üşümedin mi, sen bu işin sonunu düşünmedin mi!!!
Dip notumuza gelelim; Siz siz olun, sizi seven insanı üzmeyin. Ahını almayın. Başınıza sarmayın. Hatta direnirken de gülümsemeyi bırakmayın. Rabbim ben ve alayınızın hayatında ki tüm eksiklikleri tez zamanda doldursun. Saygı ve hürmetle büyük küçük demeden alayınızın ellerinden öperim…
“Okuyucular üzülmesin, çünkü; Bozkurtlar dirilecektir.”
Evet unutmadan; Cesaret Bulaşıcıdır…
10 kuruşluk pul ve imza…