
Son yıllarda dünya tuhaf bir sessiz gürültüye büründü.
Tanklar yeniden üretim bandında, füzeler test ediliyor, savaş uçakları gökyüzünü dolduruyor.
Kâğıt üzerinde “savunma sanayi” deniyor buna, ama ben her defasında aynı soruyu soruyorum:
Kime karşı savunma bu? Kimden korkuyoruz biz?
Bir yanda açlık, yoksulluk, susuzluk ve göç dalgaları…
Diğer yanda milyarlarca dolar harcanan silah fabrikaları.
İnsanlık, yaşamak için değil, yaşatmamak için üretir hale geldi.
Bu nasıl bir çelişkidir, bu nasıl bir kaderdir?
Bazen düşünüyorum…
Acaba tarih yeniden mi tekerrür ediyor?
1914’te olduğu gibi herkes silahlanıyor, ama kimse savaş istemiyormuş gibi davranıyor.
Dünyanın dört bir yanında küçük ateşler yanıyor: Doğu Avrupa’da, Orta Doğu’da, Asya Pasifik’te…
Bu ateşler bir gün birleşip büyük bir yangına dönüşür mü?
Ülkeler bir yandan barış mesajları verirken, diğer yandan silah stoklarını dolduruyor.
Her fabrika tam kapasiteyle çalışıyor, sanki görünmeyen bir el “hazır olun” diyor.
Belli ki dünya yeniden bir hesaplaşmaya hazırlanıyor.
Ama kimse açıkça itiraf etmiyor.
Bir de başka bir ihtimal var…
Bugün artık “uzay” sadece bilim kurgu değil, siyasetin ve savaşın yeni cephesi.
Amerika “Space Force” kurdu, Çin yörünge savunma ağlarını genişletiyor, Rusya uzay tabanlı silahlar deniyor.
Dünya, adeta gökyüzüne bir savaş alanı daha açıyor.
Peki neden?
Gerçekten birbirlerine karşı mı, yoksa henüz bilmediğimiz bir şeye karşı mı?
Kimi bilim insanları bu hazırlığın uzay kaynaklı tehditlere – meteor, siber saldırı, elektromanyetik risk – yönelik olduğunu söylüyor.
Ama bazıları daha karanlık düşünüyor:
“İnsanlık, belki de dünyaya yaklaşmakta olan bir bilinmeyene karşı kalkan kuruyor.”
Kulağa çılgınca gelebilir ama şu bir gerçek:
İnsan korktuğu şeye karşı hep silah yapar.
Belki düşman yukarıda değildir ama zihnimizde bir yerlerdedir.
Dünyanın en büyük sanayii artık “ölüm endüstrisi.”
Savaş çıkmasa bile, savaş ihtimali bile kazandırıyor.
Silah şirketlerinin hisseleri tırmanıyor, savunma fuarları dolup taşıyor.
Barıştan söz eden devlet adamları bile silah anlaşmalarıyla fotoğraf veriyor.
Bu tablo bana bir şeyi hatırlatıyor: “Artık silah sadece öldürmek için değil, kazanmak için de kullanılıyor.”
Eğer bugün gökyüzüne değil de aynaya baksak, asıl düşmanı orada göreceğiz.
İnsan, hırsının esiri olduğu sürece hangi gezegene giderse gitsin, oraya savaşı da götürecek.
Uzaydan bir tehdit beklemeye gerek yok; biz zaten kendi gezegenimizi yok etmeye çoktan başladık.
O yüzden soruyorum:
Biz gerçekten savunma mı yapıyoruz, yoksa yeni bir yok oluşun provasını mı?
Bugün Atatürk’ün o sözü her zamankinden daha anlamlı:
“Yurtta sulh, cihanda sulh.”
Belki de insanlık yeniden o ilkeye dönmek zorunda.
Çünkü eğer dönmezsek, o “savunma hazırlıkları” bir gün hepimizi savunmasız bırakacak.
Dünya tetikte…
Ama unutmayalım, asıl silah kalemdir, söz ’dür, vicdandır.
Barışa inanmak, hâlâ insan olmanın en büyük direnişidir.
Haluk GİRTİ