2023 yılı, Türk sinema dünyasında önemli bir yapım ile dikkat çekiyor: “Yeni Şafak Solarken”. Gürcan Keltek’in ilk uzun metrajlı filmi, hem konusu hem de sinematografisi ile son yıllarda izlediğimiz birçok yapımdan farklı ve ayrıksı bir deneyim sunuyor. Film, 77. Locarno Film Festivali’nde dünya prömiyerini yaparak Boccolino d’Oro Eleştirmenler Ödülü’nü kazandı ve ardından 31. Adana Altın Koza Film Festivali’nde “en iyi görüntü yönetmeni” ödülünü (Peter Zeitlinger) aldı. Film, yıllardır hastaneye giden ve sistemin içinde sıkışarak bir tür tıkanma yaşayan Akın karakterinin (Cem Yiğit Üzümoğlu) son taburcu oluşunu ve İstanbul’da geçirdiği süre zarfında gerçekte kim olduğunu kaybetmesini anlatıyor.
‘ÜÇ-DÖRT YILIMIZI ALDI’
Filmin esin kaynağı ne oldu?
Gürcan Keltek: Başlangıçta bir belgesel fikri hayal ettim; psikotik atağın 72 saatini konu alacağım bir film düşünmüştüm. Projeyi geliştirdikçe, kurmacanın daha etkili bir anlatım sağladığını fark ettim. Filmde saykodelik bir ton yaratmak istiyordum, bu nedenle karakterin anlatımı için oyuncunun bakış açısına ihtiyaç vardı. Senaryoda belgeselin sağladığı omurgayı kullanarak devam ettik fakat sonunda tamamen farklı bir yere ulaştık.
Belgesel ve kurmacayı yan yana koyduğunuzda hangi deneyim sizin için daha keyif verici oldu?
Belgesel formatı oldukça özgür ve birçok alanda yaratım olanağı sağlıyor. Güncel sanattan siyasete kadar pek çok konuyu belgeselle işleyebiliyorsunuz. Yapım süreci de çok şahsi ve arkadaşlarla birlikte çalışabileceğiniz bir alan sunduğu için bu özgürlüğü seviyorum. Ancak Türkiye’de belgesel yaparken bazı kısıtlamalarla da karşılaşabiliyorsunuz. Kurmaca filmde ise dramaturji ile farklı yönlere açılmak daha mümkün. Bu filmi belgesel tarzında çekmeme rağmen kurmaca fikri bana çok daha fazla keyif verdi. İyi oyuncularla çalışmak da başka bir haz veriyor.
‘NAİF BİR YERDEN BAKTIM’
Filmin başında, “Mitrazim”i anlatan bir ses duyuyoruz, o sırada karakteri bir gömütlükte görüyoruz. Dinlere karşı bir karşıt söz müydü bu filmin amacı?
Filmdeki “din” olgusu, Türkiye’de tartıştığımız din algısıyla pek örtüşmüyor. Mental bir çözülme yaşandığında, sosyal izolasyon ve yalnızlık da beraberinde geliyor. Bu gibi durumlar, bireyleri inanç sistemlerine yönlendiriyor. İnsanın yaşadığı duygusal değişimler, belli kimyasallardaki değişimlerle bireyleri kutsal metinler okumaya yönlendirebiliyor. Filmde karakterin inanç sistemine dair derin bir bağ kurulmadığını, yalnızca Allah’a sığındığını görüyorsunuz. Yalnız bırakıldıkça, bu arayışa girmesi doğaldır. Dini unsurlar, karakterin yaşadığı ataklarla birlikte dünyasının ters döndüğünü gösteriyor. Ancak ben karakterim aracılığıyla burada naif bir bakış açısıyla durumu değerlendirmeye çalıştım.
‘ÖLÜYOR AMA YOK OLMUYOR’
Filmin çözülme aşamasında Tezer Özlü’nün “Burası bizim değil, bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi” sözünü sıkça duyuyoruz…
“Delilik kimsesizliktir” sözünü de Murathan Mungan’a atıfta bulunarak ekledim. Alıntılarım, filmde ölülerin başka bir gerçeklik düzeyinde hâlâ varlıklarını sürdürdüğünü göstermek içindi. Tezer Özlü’nün alıntısı da sistem tarafından dışlanmış olan bir karakter üzerinden okunmalı. İstanbul’da her şey ölüyor