Derbi öncesi, spor medyası ve taraftarlar arasında büyük bir heyecan yaratıldı. “Yüzyılın derbisi”, “Dünya derbisi”, “Kalbi olan izlemesin”, “Süperlerin süper günü” gibi manşetlerle yapılan abartılı betimlemeler, taraftarları ve futbolseverleri olağanüstü bir atmosfer içine sokmayı başardı. Ancak maç sonrasında sonuçlar beklenildiği gibi olmadı. Ertesi gün gazetelerde “Neresinden baksan sıfır”, “Otur sıfır”, “Koca bir sıfır”, “Sıfır risk sıfır futbol” gibi geri dönüşler yapılarak tüm o yaratılan heyecan bir anda buharlaştı. Gözlemlenen durum, sevinen ya da üzülen bir taraftarın bile olmamasıydı.
Aslında, günlerdir yaratılmaya çalışılan bu gerginliğin ne kadar yersiz olduğu, kendisine bu duyguları aşılayan medya ve yöneticiler tarafından bir şekilde ortaya konuldu. Sporun ruhunun yerine, bireysel çıkarların ön plana çıkması futbolun özünü zayıflatıyor. Galatasaray, kadrosunun 277 milyon Euro’luk değeriyle; Fenerbahçe de 242 milyon Euro’luk değerle öne çıkarken, sahada sergilenen futbol kalitesi tam anlamıyla hayal kırıklığı yarattı. Her iki kulübün de futbol anlamındaki beklentileri, ortaya koyulan performansla örtüşmüyor.
Son dönemlerdeki Süper Lig takımları, adeta zirvede rakip tanımadan kendi çıkarları peşinde bir yarışa girmiş durumda. Öyle ki, bu kulüpler kendilerinden başka takımların olmadığını düşünerek kamuoyunda büyük baskılar yaratıyor, Türkiye Futbol Federasyonu’na istediklerini yaptırabilmek için medyayı bile kullanabiliyorlar. Hem yönetimlerin birbirine girmesi, hem de teknik direktörlerin birbirlerine hakaretamiz sözler sarf etmesi, Türk futbolunu kaosa sürüklüyor. Bu durumu izleyip duyan her bir futbolseverin hissettiği bir umutsuzluk var; çünkü bu çirkin tablo, futbol aşıkları için oldukça yıpratıcı bir hale geldi.
Bunun yanı sıra, kötü futbolun sorumluluğunu üstlenmekten kaçan ekipler, tüm suçu hakemlere atma kolaycılığına başvuruyorlar. Hakemler, birlik ve beraberlikten uzak sert eleştirilerle karşılarken, çoğu kez “düdüğünü astırırız” gibi tehditlere de maruz kalabiliyor. VAR uygulamalarıyla birlikte, yabancı hakemlerin derbi yönetilmesine izin verildi. Sloven hakem Vincic, FİFA’nın elit kategorisindeki bir isim olarak bu durumu açıkça göstermekteydi. Türk hakemlerine olan güvensizlik, bu atışın en çarpıcı örneklerinden birini oluşturdu.
Derbide dikkat çeken bir detay, futbolcuların yabancı hakeme karşı daha nazik ve temkinli tutum sergilemeleri oldu. Türk hakemlerine karşı olan tepkileri ile Vincic’e karşı olan tavırları arasında belirgin bir fark vardı. Bu durum, Türk hakemlerinin itibarsızlaştırılması ve futbolcuların bu duruma alışmış olmasının bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Sloven hakem, maç sırasında bazı hatalar yaptı; özellikle faul pozisyonlarında ve kart olaylarında yanlış kararlar verirken, bir pozisyonda da avantajı oynatmayarak belki de Fenerbahçe’nin golüne engel oldu.
Sonuç olarak, futbolumuzdaki kaos ortamı aynı zihniyet sürdüğü sürece devam edecek gibi görünüyor. Derbi sonrası yapılan açıklamalar da bunun göstergesi. Türk futbolunun kurtuluşu, tamamen “tanrının sesini duymak” veya fair-play anlayışını benimsemekle mümkün olabilir. Yabancı hakemlere nasıl saygı gösteriliyorsa, Türk hakemlerine de aynı tutumla yaklaşılması gerekmektedir. Eğer futbolcular, bu fair-play anlayışına yönelik kararlılık gösterirse, yöneticilerine ve hocalarına da örnek olacaklardır. Böylece Türk futbolunda yeniden bir ivme kazanmak mümkün olabilir.