Son yıllarda Türkiye, gelir adaletsizliği bakımından Güney Amerika ülkeleriyle aynı seviyeye gelmiş durumda. Ülkede, zengin bir azınlık lüks içinde yaşarken, çoğunluk ise yaşam kalitesinin düşmesi nedeniyle zor günler geçiriyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, ülkenin ekonomik büyüme oranı 2024 yılında bir önceki yıla göre %3,2 olarak açıklanmış, kişi başı gayri safi yurtiçi hasıla (GSYH) 507 bin 615 TL olarak belirlenmiştir. Bu rakam, ortalama 15 bin ABD doları seviyesindedir. Güncel kur üzerinden hesaplandığında, bu rakam kişi başı yıllık 570 bin TL ve aylık 47 bin 500 TL gibi yüksek bir değere ulaşmaktadır. Fakat bu seviyedeki geliri ülke genelinde büyük çoğunluğun elde etmediği aşikardır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin mevcut hükümeti, adil kalkınma veya eşit büyüme hedefleri gütmeden iktidarını sürdürmüştür. AK Parti’nin hükümet başına geldiği 2003-2008 yılları arasında sağlanan ekonomik rahatlama, dünya genelinde meydana gelen para bolluğundan kaynaklanmaktaydı. Bu dönemde düşük faizli kredilere yoğun talep gösteren iktidar, bu kaynakları araştırma-geliştirme ve üretim alanlarına yatırmak yerine, inşaat sektörüne yönelmiş; devasa binalar, köprüler ve yollar gibi ölü yatırımlarla bu dönemi değerlendirmiştir.
Ucuz iş gücü ve yoksulluk, özellikle geri kalmış ülkelerde sağ siyasetçiler tarafından sıkça kullanılan bir stratejidir. Bunun sonucunda, Orta Vadeli Program (OVP) gibi ekonomik planlar açıklansa da, bunların çoğu gerçekleştirilememiştir. 3 Aralık 2021 tarihinde Cumhurbaşkanı Erdoğan, büyümeyi sağlamak için Çin modeline geçileceğini duyurmuştur. Erdoğan, bu modelde enflasyon, ihracat, faiz ve üretim olmak üzere dört anahtar unsur belirlemiştir. Ancak, Türkiye’nin üretimle büyümesi, faiz krizinden kurtulması ve yabancı yatırımcıları ülkede çekmesi beklenmiştir. Bunun sonucunda, iş gücünün ucuzlatılması ve yeni fabrikaların açılmasıyla birlikte, işsizlik oranında bir azalma olacağı düşünülmüştü.
Beklentilerin aksine, bu modelin uygulanmasıyla ekonomi istenen yönde gelişmemiştir. Bunun temel nedenleri arasında adaletin, liyakatın ve hukukun eksikliği bulunmaktadır. Yabancı yatırımcılar, güven ve istikrar arayışında olduğundan, söz konusu eksiklikler nedeniyle yatırım yapmakta isteksizdir. Bu durum, Türkiye’nin ekonomik büyümesini olumsuz etkilemiştir.
Sonuç olarak, emekliler, dar gelirli bireyler ve işçiler hayat pahalılığı, yüksek faizler ve siyasi krizler nedeniyle varlıklarını korumakta zorlanmaktadır. Avrupa İstatistik Ofisi verilerine göre Türkiye, aylık ortalama 950 TL gelirle Avrupa Birliği (AB) ülkeleri arasında sondan ikinci durumda bulunmaktadır; son sırada ise daha düşük bir gelirle Bulgaristan yer almıştır. 2004 yılında Doğu Avrupa içindeki en yüksek gelire sahip ülkeler arasında yer alan Türkiye, başkanlık sistemine geçtikten sonra bu durumdan uzaklaşmış ve sıralamanın sonlarına doğru inmiştir. Sonuç olarak, siyasal İslamcı anlayış ve uygulamalar, ülkenin ekonomik durumunda kötüleşmelere neden olmuştur.