Havaların ısınmaya başlamasıyla birlikte yaşanan ani ısı düşüşleri, özellikle Nisan sonrası meyve veren ürünlerde, yani kiraz, kaysı ve erik gibi meyvelerde ciddi don olaylarına neden oldu. Bu durum, hem doğal kaynakları hem de çiftçilerin gelirlerini olumsuz etkiledi. Yaz aylarında bu ürünlerin fiyatlarının tezgahlarda 250 ile 400 lira arasında değişmesi muhtemel görünüyor ve bu da tüketiciler için bir şok kaynağı olabilir. Çiftçiler, her yıl benzer iklim olayları ile karşılaşmakta ve bu tür zararları önlemek ise oldukça zor bir durum haline gelmektedir.
Ancak çiftçilerin yaşadığı zarar sadece iklim değişikliğinden kaynaklanmıyor. Ekonomi yönetiminin etkili bir şekilde başa çıkamadığı bir enflasyon süreci de çiftçilerin yaşamını zorlaştırmakta. Bu nedenle zorda kalan çiftçilere çeşitli krediler açılarak büyük destekler sunulmuş durumda. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) verilerine göre, geçen yılın Mart ayında üretici kesimin bankalara olan borcu 651,6 milyar lira iken, bu yılın Mart ayında bu rakam yaklaşık yüzde 50 artarak 970,1 milyar liraya ulaşmış. Bu durum, çiftçilerin son bir yılda üretiminden sadece yüzde 50 kazanç sağlayabilmişken, borçlarının bu kadar hızlı artmasının sıkıntısını gözler önüne seriyor.
Savaş halindeki Ukrayna ve Rusya’da bile görülmeyen enflasyon, kötü siyasi ve ekonomik yönetimin sonucunda ortaya çıkmış ve çiftçileri zor bir duruma sokmuştur. Bankaların sunduğu kredilerle ‘desteklemeler’ yapılmış olsa da, borçların artması, çiftçiler için adeta bir borç tuzağı haline gelmiştir. Desteklemek adı altında yapılan bu uygulama, gerçek anlamda borçlandırma anlamına gelmektedir.
Son günlerde dikkat çeken bir başka haber ise Türkiye’nin 2023 verilerine göre Avrupa’da tarımsal hasılada birinci sıraya yükselmiş olması. Türkiye, bu alanda 67,7 milyar dolarlık bir değerle öne çıkarken, Rusya ve Fransa da sırasıyla 67,7 ve 53,1 milyar dolarlık değerleri ile Türkiye’yi takip ediyor. Kovid-19 salgını ve küresel savaşlar gıda güvenliğini artırdığı için Türkiye’nin tarımı önemli bir sektör haline gelmiş durumda. Ülkede 206 çeşit mahsul üretilmekte ve Türkiye bu ürünlerin bir çoğunda kendine yeter bir konumda bulunuyor.
Türkiye, dünyada sebze ve meyve üretiminde 4, bitkisel üretimde ise 11. sırada yer alıyor. Çiğ süt üretiminde dünyada 9, Avrupa’da ise 3. sırada bulunuyor. Sığır eti üretiminde ise dünya genelinde 7. sırada, Avrupa’da birinci sırada yer alıyor. Tavuk eti üretiminde Türkiye, dünyada 9., Avrupa’da ise 2. sıradadır. Yumurtanın yanı sıra bal üretiminde de Türkiye, dünya genelinde 2. ve Avrupa’da 1. sırada konumlanıyor. Su ürünleri yetiştiriciliğinde de dünya üzerinde 16. Avrupa’da ise 2. sırada yer alnıyor.
Ancak bu başarıların yanında önemli bir soru gündeme geliyor: Eğer Türkiye tarımda Avrupa ülkeleri arasında bu kadar iyi sıralardaysa, Türk vatandaşları neden bu ürünleri daha pahalı satın almak zorunda kalıyor? OECD-FAO Tarım Görünümü 2024-2033 raporuna göre, kişi başına kırmızı et tüketimi OECD ülkelerinde 34,8 kilo, Avrupa’da 34,5 kilo iken, Türkiye’de bu rakam sadece 16,6 kilo. Benzer bir durum beyaz et tüketiminde de gözlemleniyor.
Geçtiğimiz günlerde ilgili bir bakana bu durumu sormuşlar ve bakan, “Tarımda Avrupa’da birinciyiz” şeklinde bir yanıt vermiş. Ancak muhabirler bu açıklamadan sonra, Türk halkının neden daha yüksek fiyatlar ödediğini sormamış. Bakan, yüksek üretim girdi maliyetlerini ve ülke ekonomisinde yarattığı enflasyonu öne sürebilir miydi, bu konuda belirsizlik söz konusu. Gelişmeler, Türkiye’nin tarım politikalarının ve piyasa dengesinin ne kadar sorunlu olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor.