Ekonomik sorunlar son yıllarda Türkiye’yi derinden etkiliyor ve bu etkiler, toplumun temel dinamiklerine de yansıyarak daha karmaşık bir hal alıyor. Nüfusun geleceği tehlike altına girmişken, gençler arasında evlilik isteği azalmış, evli çiftlerde ise geçim sıkıntıları nedeniyle boşanma oranları artmıştır. Tüm bu olgular, ailelerin çocuk sahibi olmalarını engelleyen unsurlar haline geliyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, 2001 yılında 15-49 yaş arasında bir kadının doğurabileceği ortalama çocuk sayısı 2,38 iken, 2023 yılına gelindiğinde bu oran 1,51’e düşmüş ve nüfusun yenilenmesi için gerekli olan 2,10 seviyesinin altına inmiştir. Bu sonuç, Türkiye’nin demografik yapısındaki alarm zillerinin çoktan çalmaya başladığını gösteriyor.
Siyasi iktidar ise, Türkiye’deki doğurganlık oranını artırabilmek için çeşitli yollar araştırsa da, önerileri genellikle yüzeysel kalıyor. Örneğin, kadınların doğum sonrası ücretli izin süresinin kademeli olarak bir yıl uzatılması gibi öneriler gündeme geliyor. Ancak bu tür geçici çözümlerin, geri dönüşü olmayan bir sorunu çözmek için yetersiz kaldığı anlaşılmaya başlandı. Son dönemde bu sürenin iki yıla çıkarılması konusunun da konuşulması, sorunun ciddiyetini göstermekte. Ancak sorunun derinliği ve yapılması gerekenler, sadece doğum iznini artırmakla sınırlı değildir.
Muhalefet, iktidarın bu tür çözümlerinin, aslında kadınları iş gücünden uzaklaştırarak onları eve hapsetmeyi ve onları doğurganlık makinesi olarak görme anlayışının bir sonucu olduğunu vurgulamaktadır. Ayrıca, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın başlattığı doğum yardımları da yeterli bir çözüm olarak görülmemektedir. İlk çocuğa 5 bin lira, ikinci çocuğa aylık 1.500 lira, üçüncü çocuğa ise aylık 5 bin lira gibi destek ödemeleri, gerçekçi bir doğurganlık artışı sağlamada yetersiz kalıyor. 2023 yılı içinde yapılan doğum yardımı başvuruları da bu durumu kanıtlıyor. 287 bin 518 başvurudan yalnızca %41’i birinci çocuk için yapılırken, diğerleri de aynı oranda düşüş göstermektedir.
Ekonomik kriz ve geçim sıkıntıları, ailelerin çocuk sahibi olma kararlarını doğrudan etkiliyor. İnsanlar, yeni bir bebeğin evlerine eklenmesi halinde hangi kaynakla geçineceklerinin kaygısını taşırken, yalnızca doğum yardımları gibi desteklerle bu sorunun aşılması mümkün görünmüyor. Çalışan ebeveynlerin gelirini artırmanın şart olduğunu vurgulayan öneriler arasında, ilk çocuk için %20, ikinci çocuk için %35, üçüncü çocuk için ise %50 oranında maaş artışı sağlanması yer alıyor. Bu tür desteklerin, ailelerin çocuk sahibi olma isteklerini artırabileceği düşünülüyor.
Çalışan annelerin uzun süreli izinler yerine, daha mantıklı maaş artışlarıyla desteklenmesi gerektiği de dile getirilmektedir. Böylece kadınların çalışma hayatındaki yerleri korunmuş olacaktır. Ek olarak, eşi çalışmayan babaların da maaşlarında benzer oranlarda artış yapılması gerektiği savunuluyor. Tüm bu önerilerin hayata geçirilmesi içinse, devlet bütçesindeki şatafatlı kamu harcamalarının azaltılması gerektiği, böylece halka daha fazla kaynak aktarımının sağlanabileceği vurgulanmaktadır.
Sonuç olarak, Türkiye’nin doğurganlık sorununu çözebilmesi için kapsamlı ve etkili politikaların hayata geçirilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda, yetersiz yardımlar ve yüzeysel çözümler yerine, kalıcı ve sürdürülebilir yöntemlerin geliştirilmesi kaçınılmazdır.