Eskiden beri bilinen bir gösteri numarasıdır cambaz oyunu… Gökyüzüne kurulmuş bir ip, altında nefesini tutmuş kalabalık… Ve ipin üstünde, her an düşecekmiş gibi yalpalayan bir adam. Seyirci sadece cambaza odaklanır. Çünkü göz kamaştıran hareketler, dengesiz adımlar, sahte düşmeler asıl dikkat dağıtma aracıdır.
Tam da bu yüzden, halk arasında şöyle bir deyim doğmuştur:
“Cambaza bak!”
Bir şey mi gizlenecek? Bir konu mu unutturulacak? Toplumun dikkati asıl konudan başka yöne mi çevrilecek? İşte o zaman siyaset sahnesinin cambazları sahneye çıkar. Biri bağırır: “Cambaza bak!”
Ve biz hep birlikte, gerçek sorunları unuturuz.
Ekonomi can mı çekişiyor? “Aile yapımız tehdit altında” diye bir başlık atılır.
Bir dosya mı patlamak üzere? “Dış güçler yine oyun peşinde!” diye manşet hazırlanır.
İmar yolsuzlukları mı belgelenmiş? Gündem hemen değişir: “Şu sanatçı ne giymiş, bu futbolcu ne demiş?”
Sonra bir anda bir polemik çıkar:
“Filanca vekil ne demek istedi?”
“Falanca gazeteci hangi ülkenin ajanıymış?”
“Yoksa şu muhtarlık seçimi Türkiye’nin bekası için mi önemli?”
Ve biz…
Geçim derdinde boğulurken, gençler yurtdışı hayali kurarken, adalet terazisi şaşarken…
Tıpkı cambaza kilitlenmiş seyirci gibi, gözümüzü başka yere çevirmiş halde alkışlarız olanı biteni.
Oysa sahnenin arkasında olan biten çok daha önemli.
Yıkılan şehir planları, betona gömülen kıyılar, sessizce değiştirilen ihaleler, adı konmamış ortaklıklar…
Kısacası ip cambazda değil; ip halkın boynunda aslında.
Çünkü biz cambaza bakarken, biri kesiyor ipin ucunu.
Bu yüzden artık yeter:
Cambaza değil, kulise bakalım.
Gösteriye değil, gerçeğe odaklanalım.
Göz boyayanlara değil, ipi tutanlara hesap soralım.
Unutmayın: Cambaza baktıranlar, sahneyi arka kapıdan boşaltanlardır.