Dünyada çok az inanç vardır ki, Alevilik kadar barışçıl ve hoşgörülü olsun. Alevilik, dil, din, ırk, mezhep veya cinsiyet bakımından ötekileştirme yapmaz. Hiç kimseyi düşmanlaştırmaz ve şekilciliğe aldanmaz; esas olanın öze bakmak olduğu bilgisini benimser. İnsanlar gibi tanrısıyla da doğayla da yarenlik eder; korku değil, sevgi esas alınır. Ancak, Aleviliğin ve Alevilerin tarih boyunca maruz kaldığı şiddet ve hışım, zamanla azalmamakta aksine çeşitlenerek devam etmektedir. Bu yazımda el alacağım iki önemli gelişme, toplumsal vicdanı derinden sarsacak nitelikte. İlki, Sivas Madımak Katliamı ile ilgili gelişmelerdir.
2023’te, Madımak Katliamı davasında hükümlü olan 17 kişinin tahliyesi kamuoyuna yansıdı. 35 insanın vahşice katledildiği bu katliamda tahliye edilenlerin kimler olduğu ve hangi cezaevinden salıverildikleri ise belirsizliğini koruyor. Türkiye’nin siyasal, sosyal ve kültürel tarihine damgasını vuran bu trajik olayın cezaevindeki hükümlülerinin gizlilik içinde katledilenlerin anısına yapılacak adalet arayışından uzak bir şekilde dışarıya çıkmaları, adeta bir utanç tabloları oluşturuyor. Anayasa Mahkemesi, 2023’teki bir kararında, örgüt saptanamadığı için 30 yılını tamamlayan katliam hükümlülerinin tahliye edilebileceğine hükmetti. Ama asıl mesele, 8 saat boyunca müdahale edilmeyen vahşetin kimler tarafından gerçekleştirildiğini sorgulamaktır.
Katliamın yaşandığı dönemde bir şehir meydanında meydana gelen olayın ardındaki sorular giderek çoğalırken, yargılama süreçleri de pek çok skandal ile doludur. İddianamelerin hazırlığı aceleye getirilmiş, sanıklar bulunamamış ve bazıları yargılanırken serbest bırakılmıştır. Hatta, yakalanamadığı ifade edilen meclis üyesi Cafer Erçakmak’ın yıllar boyunca Sivas’ta özgürce dolaştığı anlaşılmaktadır. İşte tüm bunlar, adaletin nasıl bir kez daha sarsıldığını gösteriyor ve şu an hükümlülerin vaktinden önce salıverilmesi, vicdanları yaralayan bir durumu ortaya çıkarmaktadır. Madımak, bir kez daha ateş altına alınmış durumdadır.
İkinci önemli nokta ise Alevi mekanlarının Diyanet İşleri Başkanlığı ve çeşitli tarikatlar tarafından istismar edilmesidir. Alevi/Bektaşi inanç merkezleri olan dergâh, türbe gibi mekanlar ya yok edilmekte ya da egemen din anlayışına uyum sağlamak üzere dönüştürülmektedir. Bu tür bir yok etme ve dönüştürme politikası, yıllardır sistematik bir halde sürmektedir. Son örneği de İstanbul’un Göztepe semtinde bulunan Gözcü Baba türbesinin arazisinin Diyanet İşleri Başkanlığı’na tahsis edilmesi ve bahçesinde inşaata başlanmasıdır. Bu tahsis, vakıf varlıklarının kullanım ilkelerine tamamen aykırıdır. Türkiye’de hukuk sisteminin işleyişinde meydana gelen bozulmalar bu durumu daha da derinleştiriyor.
Gözcü Baba türbesinin arazisinde hafriyat işlemleri başlamış durumda. Bu yapılaşma faaliyetinin sonu gelmeyecek gibi görünüyor. Alevi Düşünce Ocağı Derneği (ADO), Alevi Bektaşi Kültür Enstitüsü (ABK) ve Anadolu Alevi Canlar Federasyonu (AACF) konuyla ilgili İstanbul Vakıflar İkinci Bölge Müdürlüğü’ne bir itirazda bulunarak, işlemlerin vakfiyede belirtilen kullanım şekilleriyle çeliştiğini belirtmiştir. Ayrıca, durumu ilgili belediyelere ve CİMER’e iletmişlerdir. Vakfedenin iradesine göre kullanılmasının zorunlu olduğu ilkesinin ihlal edildiğini ifade etmişlerdir. Çünkü tahsis edilen alan, Şahkulu Sultan Dergahı Mehmet Ali Hilmi Dedebaba vakfiyesinin tamamında yer almaktadır.
Alevi kurumları konuyla ilgili çeşitli açıklamalar yaparak, ulusal ve uluslararası hukuka muhalefet ettiğini vurguluyorlar. Fakat Türkiye’de hukukun işlerliğine dair bir kaybın yaşandığı, keyfiliğin baş gösterdiği bir ortamda, bu konuların tam olarak ele alınması kuşkuya düşmektedir. Alevilik ve onun mekânlarına yönelik bu sistematik saldırılar, toplumsal barışa yönelik tehditler oluşturmaktadır. Özünde, adaletin ve hukukun sağlanmasının önemli olduğu bir süreçte, Alevi toplumunun yaşadığı zorlukların göz ardı edilmemesi gerekmektedir.