Gizemine rağmen, sosyal medya hesaplarından kişisel hayatını paylaşmayan birisi olduğumu biliyorum. Ancak ilgi çekici biri olduğumun da farkındayım. Bir sanatçı dostumun söylediği gibi, gizem her zaman daha caziptir: “Her şeyini bildiğin kişiyi merak etmezsin.” Adımın geçtiği her türlü içerik, reyting ve gelen yorumlar bu merakın boyutunu gösteriyor. Bu durumdan faydalanarak sayısız haber üretildiğini görüyorum. Ancak, basında gerçek ve güvenilir haber yapma çabasındaki mecra sayısının düştüğü açık. Özel hayatım elbette var ama bazı kişiler aldıkları maddi karşılık ve kişisel ilişkilere göre insanları harcayabiliyor. Medya dünyasında, algı yaratma çabası içinde olan ve gerçeği çarpıtan kişiler gün geçtikçe artmakta. Bu, kesinlikle etik ve ahlak dışı bir tutumdur. Bu tür kişilerden sektörün arındırılması gerekiyor, çünkü herkesin empati ve vicdan sahibi olması beklenemez. Gördüklerine inanıp sorgulamadan yargılayan bireyler artıyor. Ancak bu işin onurla yapılması gerektiğine inanıyorum. ‘Mesleğimi uzun yıllardır severek ve büyük bir emekle yapıyorum’ dediğimde ise bu duygu daha da derinleşiyor. Her sabah erken kalkarak hem iyi görünmek hem de canlı yayın yapmak elbette kolay değil. Bu, her bireyin başarabileceği bir şey değil. Kendimi iyi bir televizyoncu olarak tanımlıyorum; işime hâkim ve son derece çalışkanım. Samimiyetimi izleyicilere geçirdiğimi düşünüyorum. Disiplin, sağlam bir mental yapı ve soğukkanlılık her zaman şarttır. Her gün linç ve olumsuz yorumlarla karşılaşıyoruz. Instagram’ı arkadaşlarım, ailem ve sevenlerimle haberleşmek için kullanıyorum. Ancak gizlice bekleyen diğer bazı kişiler de var… Onlar, aslında herkesten daha çok hayran 🙂 Ne kadar çok konuşulursanız, o kadar yükselebilir ve daha fazla kazanırsınız. Medyada işleyiş bu şekilde. Yayınlarda belirli kırmızı çizgileri korursanız, başarı kendiliğinden gelir. Son günlerde magazin yanı sıra güncel konulara da değiniyoruz. Bayrağım, milletim, dini ve milli değerlerim benim için kırmızı çizgidir.
TELEVİZYON KARİYERİNİZDE SÖYLEMEZSEM OLMAZ VE BEYAZ MAGAZİN GİBİ ÇOK İZLENEN PROGRAMLARDA SUNUCULUK YAPTINIZ. BU DENEYİMLER SİZE NELER KATTI?
Kesinlikle. 3,5 yıl TV100’de çalıştıktan sonra yaklaşık 5 yıldır “Söylemezsem Olmaz” ve “Beyaz Magazin” gibi popüler programlarda görev aldım. TV100’den transfer olduğum için, magazin dünyasına girmem de bu süreyle ilişkilidir. 8 yılı aşkın süredir magazin sektörünün içindeyim. Bu kadar süre bu formatta kalmam, magazinle özdeşleşmeme ve bu alanda tanınmama neden oldu. Eski izleyicilerim biliyor ki, ben 22 yaşımdan itibaren program sunuyordum, fakat o dönemde sosyal medya mevcut değildi; dolayısıyla kimse beni tanımıyordu. Magazin, televizyondaki en zor alanlardan biri olup, en fazla linç edilen branş olarak karşımıza çıkıyor. Artık magazinin itibarı kalmadı, çünkü sosyal medya üzerinden yayılan kirli haberler insanların güvenini zedeledi. Bu mesleği hakkıyla yapabilmek için sektördeki bilgi birikimi ve bağlantılar önemlidir. Ancak herkes artık “duyum aldım” veya “iddia var” kelimeleriyle konuşabiliyor. ‘Linç ya da iftiraya kadar gidebiliyor’ diyenlerin hakaretler yağdırdığını görüyoruz. Tanımadıkları insanlara bu şekilde davrananlar, tanıdıklarına neler yaparlar bir düşünün. İnsanlar mutsuz; özellikle kadınların kendi hayatlarında kelimelere dökemedikleri mücadeleleri var. Bizimse bunları yayında ifade etmemiz söz konusu olmuyor. Empati ve vicdan eksikliği, ülkemizdeki toplumsal sorunların temelinde kendini gösteriyor. Yıllar önce bir programa katıldığımda, yapımcı “Biraz tanınırsın” demişti. O günlerden bu yana birçok program sundum ama insanlar hala geçmişi hatırlatmaya devam ediyor. Televizyon dünyası, özellikle yeni gelenlere karşı acımasız. “Kuş Uçuşu” dizisindeki sahneler birebir gerçeği yansıtıyor. Magazin ile sosyal medya karşılıklı iç içe geçmiş durumda. bazen reyting kaygısıyla yapımcılar belirli kişilere maddi ya da manevi çıkarları doğrultusunda içerik üretmekte. Moderatör olarak bu aşamada müdahale edemiyor, çünkü ekranda biz çıkıyoruz ve tepki bize yöneliyor. Bütün bunlar da linç ve iftiraya neden olabiliyor. Bu sebeplerle, magazin dünyasında köklü bir değişim yaşanması ve sosyal medyadan bağımsızlaşma ihtiyacı duyuluyor.
İLETİŞİM VE HALKLA İLİŞKİLER ALANINDAN TELEVİZYONA GEÇİŞ SÜRECİNİZ NASIL GELİŞTİ? BU KARARI ALIRKEN SİZİ EN ÇOK NE MOTİVE ETTİ?
Çocukken oldukça içe kapanık biriydim. Okulda tahtaya kalkmaktan bile çekinirdim; konuşma yapamazdım. Annem bana “Git şu ablaya saati sor” dediğinde dahi cesaret edemezdim. Kısa ve öz konuşurdum. İçimde büyük bir hayal vardı: belki fark edilmek, belki içimdeki asıl “Didem”i ortaya çıkarmaktı. Bu seçimin, biraz da bu duygudan kaynaklandığını söyleyebilirim. O küçük kız, şimdi milyonlara hitap ediyor. Fotoğraflardan utanan ben, günümüzde görsel bir iş yapıyorum. Belki de bu mesleği, kendimi aşmak için tercih ettim. Ailem hukuk okumamı istemişti. Kimi zaman düşünüyorum, “Acaba onların mı dediğini dinleseydim?” diye. Çünkü hukuk ve politikaya olan ilgim oldukça fazla. Ama o zaman Didem Delen olmazdım. Sanki kader böyle belirlenmiş. Alaylı olmak mümkün, ancak ben her alanda bilgi sahibi olmanın önemli olduğuna inanıyorum. Motivasyon kaynağım ailem ve yakın dostlarım oldu. Onlar hep yanımda durdu ve bana inandılar. Zamanla tecrübe kazanarak ne yapmak istediğimi daha net görebiliyorum. Doğuştan gelen bazı yeteneklerim olduğunu düşünüyorum. Bu yetenekleri geliştirerek daha iyi bir noktaya geldiğime inanıyorum. Yeni sezonda, farklı içeriklerle ekrana döndüğümde, izleyicinin daha fazla ilgisini çekeceğine eminim.
OYUNCULUK TARAFINDA DA PROJELERDE YER ALDINIZ. SUNUCULUK VE OYUNCULUK ARASINDA NASIL BİR DENGE KURUYORSUNUZ? HANGİSİ SİZİ DAHA ÇOK HEYECANLANDIRIYOR?
Radyoculuğa başladım. Ardından dizi, film, seslendirme ve dublaj gibi alanlarda görev aldım. Görünmeden konuşarak hem oyunculuğa hem de sunuculuğa hazırlandım. Zamanla büyüdükçe, “Kamera arkasında kalamazsın, ekran önünde olmalısın” denildi. Sunuculuğa adım attım ve kendi izleyici kitlesini oluşturmuş programlar sundum. Sanat dünyasından birçok isimle orada tanıştım ve hâlâ iletişimdeyim. Sunuculuk ve oyunculuk bağlantılı olsa bile, aynı anda yürütülmesi zorlayıcıdır. Oyunculukta bir karakteri oynuyorsunuz; sevilirse sevilirsiniz. Sunuculukta ise kendinizsiniz ve bu durum daha fazla ciddiyet gerektiriyor. Kendi tercihim sunuculuk yönünde oldu. Ancak içime sinen bir rol gelirse, oyunculuk yapmaktan da çekinmem. Yüzüm, ses tonum ve diksiyonum sayesinde, “Neden oyunculuk yapmıyorsun?” sorusunu sıklıkla alıyorum. Bunun üzerine konservatuvar eğitimi aldım. Sadri Alışık Konservatuvarı’ndan mezun oldum. Arkasından sinema ve dizi projeleri de geldi. Set ortamı eğlenceli ama zorlayıcıdır; haftanın 5-6 günü, gece geç saatlere kadar çalışmalara devam ediyorsunuz. Sunuculuk ise daha planlı bir çalışma düzeni sunar. Yayın bittiği zaman işin bitmiyor; habercilik 24 saat sürüyor. Gelişmeleri sürekli takip etmek gerekiyor. İkisinden de keyif alıyorum ancak sonuçta benim için başarı önemli. İzleniyorsa, etkili oluyorsa, iz bırakıyorsa mutluluğum katlanıyor.
SOSYAL MEDYADA CİDDİ BİR TAKİPÇİ KİTLENİZ VAR. BU MECRAYI NASIL DEĞERLENDİRİYORSUNUZ? DİJİTAL DÜNYA İLE TELEVİZYONCULUK ARASINDAKİ FARKLAR SİZE GÖRE NELER?
Kesinlikle bu beni oldukça mutlu ediyor. Sevgiyle bağlı ve kemikleşmiş bir kitleye sahip olmak benim için çok önemli. Beni ailesinin bir ferdi gibi gören, koruyan ve sahip çıkan insanlar var. Linç kültürünün yayıldığı ve sevgisizliğin arttığı bir dönemde, böyle kalp dolu insanların varlığı motivasyon kaynağım oluyor. Herkesin sevdiği bir insan yok; yine de herkesin bir seveni veya sevmeyeni bulunuyor. Her meslekte kötü niyetli kişilerle karşılaşmak mümkün. Ancak ben kötü niyetleri yok saymayı öğrendim. Değer veren, yapıcı ve samimi insanlarla iletişimde olmayı tercih ediyorum. Kaosla beslenen ve kötülüğün sınır tanımadığı insanlar oldukça fazladır. Onların bakış açısıyla kendime bakmam; çünkü ben değerliyim. Hem kendim için, hem ailem için bu yeter. Bazı kişiler övgüyle yaklaşırken, daha sonrasında yalnızca bir habere yorum yazmak için hakaret edebiliyorlar. Bu durum kıskançlıkla alakalı. Bunu fark ettiğinizde, yapmanız gereken tek şey harika olmaya devam etmek ve işinizi sürdürmektir. Televizyon ve dijital mecralar artık iç içe geçmiş durumda; birbirine destek sağlıyor. Ancak televizyon alanında yıllardır tartışılmayan, aynı yüzler ve formatlar var. Eskiden çok daha eğlenceliydi. Şu an akşam saatleri tamamen dizi kuşaklarına ayrılmış durumda, geceleri müzik programı veya gece showlarının sayısı ise oldukça az. ‘Ben televizyon izlemiyorum artık’ diyebilirim. Şu anda dijital içeriklerle ilgileniyorum. Ancak sevdiğim yayıncılar ve içerik üreticileri var. Genel olarak sosyal medyada YouTube ve X (eski Twitter) üzerinden haberleri takip ediyorum. Yapay zekâ ve dijital gelişimlerle de ilgim büyük. ChatGPT bu alanda bana çok yardımcı oluyor, çünkü hayat bazen yorucu ve kafa karıştırıcı hale gelebiliyor. Danışmak veya analiz almak büyük bir avantaj sağlıyor. Gelecekte, yapay zekânın medya sektörünü ciddi biçimde etkileyeceğini düşünüyorum. Hatta robotların haber sunduğu günlere kadar ilerleyecek bir süreç olabilir. Ancak unutulmamalıdır ki, izleyicilerin televizyonda hâlâ sağlıklı bir samimiyet aradığını bilmek önemli. Kendilerinden bir şey görmeyi istiyorlar.
YENİ BİR PROJE HAZIRLIĞINDA OLDUĞUNUZU ÖĞRENDİK. BU PROJEYLE İLGİLİ İPUÇLARI VEREBİLİR MİSİNİZ? İZLEYİCİYİ NASIL BİR İÇERİK BEKLİYOR?
Şu anda bir tatil ve hazırlık dönemindeyim. Uzun zamandır kesintisiz çalıştım; bu yüzden şimdi gerçekten dinleniyorum. Ancak yeni sezona da hazırlanıyorum. Magazinden biraz sıyrılmadım demek zor. Dışarıdan bakıldığında, her şey oldukça kirli ve olumsuz görünüyor. Bu sebeple yeni projede bambaşka içerikler, konuklar ve temalar oluşturmak istiyorum. Hem televizyonda hem de podcast platformlarında yayın yapacağım. Benzer bir format olacak ama farklı bakış açılarından ele alınacak. Bu kez daha doğru, daha samimi, daha derin bir Didem ile karşılaşacaksınız. Elbette mizah da olacak; çünkü o olmadan bir şey eksik kalır. Yayınların merkezinde doğru bilgi, duruş ve netlik yer alacak. Eylül ortası ya da sonu gibi başlayacağımı planlıyorum. Kısmetse, çok yakında izleyiciyle buluşacağım.
HEM TELEVİZYON HEM DİJİTAL MECRALARDA ÜRETKEN BİR İSİM OLARAK, GELECEĞE DAİR HAYAL ETTİĞİNİZ BİR PROJE VEYA HEDEF VAR MI?
Bu meslek, tutku olmadan yürütülmeyecek bir iş. Medya ve sahne sanatları gerçekten “delilik işi.” Ait hissetmeden ve gerçekten sevmiyorsanız, başarıyı yakalamanız mümkün değil. Benim hep hedeflerim oldu ve hâlâ devam ediyor. Hedef koymak, ilerlemenizi sağlar. Bazı insanlar şanslı olabilir ama benim yaşamımda hiçbir şey kolay olmadı. Her şeyi çaba ve hak ederek elde ettim. Bu yüzden geldiğim yer çok önemli ve değerlidir. Hiç kimsenin etkisine kapılmam. Kendi bildiğim gibi ilerlerim. Geçmişe bakmam; çünkü arka görünüme bakarak geleceği göremezsiniz. Hem özel hayatımda hem iş hayatımda her zaman ileriye bakmam gerektiğine inanıyorum. Eğer mutluluğunuz başkalarının davranışlarına bağlıysa, hayatınız başkalarının kontrolünde kalır. Bu yüzden son zamanlarda biraz bencil olmayı da öğrendim; kendi hayatım için yaşamaya başladım. Güncel konulara, özellikle siyasi iletişime ve tarihe olan ilgim giderek artıyor. Bu alanlarda önemli bir bilgi birikimim oluştu. Artık bu yönümü daha fazla göstermek ve bu alanda üretim yapmak istiyorum. Magazin çevresinin dışına çıkarak global siyaseti, uluslararası meseleleri ve Türk siyasi tarihini tartışmayı arzuluyorum. Bu konularda oldukça yetenekli ve vizyon sahibi insanlarla tanıştım. Onlarla olan sohbetlerim büyük bir heyecan veriyor. Gelecekte daha fazla topluma yön veren, bilgi paylaşan, yol gösteren bir formatta içerikler üretmek niyetindeyim. Çünkü gerçek başarı, başkalarının ışığı olabilmekten geçiyor.
Kaynak: Habercaddesi.com