Yetmişli yılların sonlarına doğru, sokaklarımızda uzun saçlı hippi ağabeylerimizin arasında, onlardan biri olan Apaçi Ayhan’ın elinde gördüğüm ilk Black Sabbath plağı beni derinden etkilemişti. Metruk bir şatonun önünde, ağaçların arasında beliren korku filmlerinden fırlamış bir figür ile başlayan, şimşek gürültüleri ve çan sesleriyle parlayan bu plak, alışık olduğumuzdan çok daha kaotik bir sesle doluydu. O an, bu plak hayatımıza öyle kazındı ki, kuşağımın ilerleyen dönemlerde metal müziğe adım atmasında büyük rol oynadı; zira o yıllarda benim kuşağım tamamen metalci olmuştu. Solist Ozzy Osbourne ise bu topluluk sayesinde ilk kez büyük çıkışını yakalamıştı. 1948 yılında Aston’da çelik işçisi bir babanın altı çocuğundan biri olarak hayata gözlerini açmıştı. Karanlık temaları da, yaşamı boyunca işlemek üzere, çoktan hayatına sızmıştı. Okulu terk ettiğinde bulduğu ilk iş mezbahada çalışmaktı. O dönem, sokak çetelerine veya rock’n roll gruplarına katılmaktan başka bir seçeneği yoktu. İkinciyi seçerken yaşadığı bir hırsızlık olayından ötürü iki ay hapiste kalması ise yaşadığı maceraların belki de en ilginçlerinden biriydi.
Bahsi geçen ilk albümle birlikte, topluluğun şarkı isimleri ve sahne performansları, yıllarca süren tartışmalara yol açtı. Eleştirmenlerin sert eleştirileriyle birlikte, medyanın da şeytanla ilişkilendirdiği imajları sadece işlerine yaradı. Bu muhabbeti avantaja çevirme kabiliyetine sahiptiler; bazılarına göre “güneşten ziyade gölgede yaşamayı seçmişlerdi.” Kıyamet tellalları imajlarının yanına, sözlerine dikkatle bakıldığında çiçek çocukları ideolojisinin izlerini de taşıdıkları görülüyor. Bir dönemde eserlerinde Ozzy, rengarenk kıyafetler giyip, barış işaretleri yaparak konserlerinde “Sizi seviyoruz” diye bağırsa da, halk arasında “civciv ezen adam” olarak anılması önünde bir engel olamadı.
ONUN ÇIĞLIĞI…
Yetmişli yıllarda sağlık sorunları yaşamaya başladı; yoğun turne programları gırtlağının dertli hale gelmesine neden olmuştu. Artan mutsuzluğu, fiziksel sorunlarla birleşince, topluluğun tüm dengeleri de Ozzy üzerinde yoğunlaştı. Babasının kanserden ölümünün ardından, teselliyi alkol ve uyuşturucuda arayan sanatçı, bir süre akıl hastanesinde tedavi gördü. 1979 yılında vergi sorunları nedeniyle Los Angeles’a taşındı ve Black Sabbath’tan ayrıldı. Ancak solo albümleri ile yeni bir sükse yaparak yanında birçok ismin şöhret kazanmasına yardımcı oldu. 1994 yılında Grammy ödülünü elde etti. Milenyuma adım attığımızda ise geride kalan yılların izlerini silerek, MTV’nin ünlü aile reality şovu The Osbournes ile tanınmaya başladı. Artık bir aile babası olarak anılıyordu.
Yaklaşık yarım asır sonra, tıpkı ilk albüm kapağındaki gibi bir kez daha beni derinden etkileyen bir detay ortaya çıktı. Karanlıklar Prensi olarak bilinen efsanenin vefat haberini, yerli rock sanatçılarımızdan Gojira’nın Küçükçiftlik Parkı’ndaki konserinde öğrendik. Gojira, “Flying Whales” parçasını yarıda keserek bu acı haberi duyurdu.
76 yaşında hayata gözlerini yuman Ozzy, son konserini iki hafta önce, 5 Temmuz’da arkadaşlarının arasında, sanki bir cenaze töreni havasında vermişti. Bazı hayranlar, bu yaşam tarzına rağmen bu kadar uzun süre yaşamasının kendisi için bir mucize olduğunu dile getirirken, bir devrin kapandığını söyleyenlerin sayısı oldukça fazlaydı.
Yorumlar elbette çeşitlilik gösteriyor, ancak inkar edilemez bir gerçek var ki, eğer Ozzy olmasaydı bugün hayatta olan birçok heavy metal efsanesi de var olmazdı. Birinin de belirttiği gibi, gerçekçi Rus edebiyatı nasıl Gogol’un paltosundan çıkmışsa, metal müzik de Ozzy’nin çığlığından doğmuştur.


