Bazı kitapların sayfalarında bazen bir duygu tohumu, bir im bırakır. Okurların kendi yaşamlarıyla bağlantı kurarak asla unutamayacakları bir ayrıntı, derin izler taşır. Tolstoy’un “Savaş ve Barış” adlı eserini okumaya başladığımda, liseyi yeni bitirmiştim. Romanın başında gencecik Nataşa’nın Pierre Bezukhov ile tanıştığında onu bir duvar saatine benzetmesi, yıllar boyunca aklımda kaldı. Yazar, muhtemelen Pierre’in iri ve hantal görünümünü, heybetli bir saatle kıyaslamayı amaçlamıştı. Pierre’nin arkadaşı, asker Andrey’in karakteri ise savaşın kahramanlıklarıyla örtüşmüyor; savaşların anlamsızlığının farkındaydı.
Andrey yaralandığında, ilk olarak gökyüzüne bakarak, daha önce fark etmediği parlak yıldızlar nedeniyle hayıflanıyordu: “Başımın üstünde artık gökyüzünden başka bir şey yoktu; yavaşça kayan kurşuni bulutlar arasında, bulanık ama yine de ölçülemeyecek kadar yüksek bir gökyüzü. ‘Ne sessiz, ne sakin, ne de azametli, hiç de koştuğum zamanki gibi değil’ diye düşünüyordu. (…) Nasıl olmuş da ben bu yüksek gökyüzünü daha önce görmemişim? Sonunda onu görebildiğim için öyle mutluyum ki! Evet!”
***
Ortadoğu’da savaşın başlamasıyla birlikte aklıma Andrey’in ölümcül yaralarına rağmen gökyüzünün enginliğine baktığı sahne geldi. Zira bu, çılgın dünyamızdaki “büyük adamlar”ın, her şeye rağmen aynı gökyüzünde yaşayan insanları nükleer bombalarla felakete sürükleyebileceğinin acı bir hatırlatıcısı. – Eğer geriye bir ömür kalırsa tabii ki. – İsrail’in savaş çıkardığı dönemde İran’ın nükleer tehditine karşı savunma stratejisi geliştirdiği bilınıyor. Özellikle Natanz, Arak ve İsfahan gibi şehirlerde, nükleer silah üretiminin arttığına dair iddialar var. Ayrıca, İsrail’in, ABD ve bazı Batılı ülkelerin geçen hafta İran’daki bilim insanlarına yönelik suikastler ve sabotajlar için açıklamalar geliştirirken dikkat çektiği gözlemleniyor. Öte yandan, İsrail’in resmi olarak kabul etmese de uluslararası gözlemci raporlarına göre, dünyadaki sayılı nükleer güçlerden biri haline geldiği gerçeği ciddi bir endişe kaynağı.
***
Artan nükleer tehdit, üç temel noktadan çözüm arayışını zorunlu kılıyor. Bunlar; nükleer silah sistemlerinin yaygınlaştırılmasını durdurmak, nükleer silahlara sahip ülkelerin ilk kez bu silahı kullanan taraf olmalarının önüne geçmek ve mevcut durum itibarıyla, ülkelerin nükleer savaşa karşı sivil savunma programlarını geliştirmelerini sağlamaktır.
Ancak, dünya genelinde nükleer denemelere son verilmesi ve nükleer silahsızlanma konusunda ortak bir uzlaşma sağlanamıyor. Emperyalizmin, bu şartları kabul etmek bir kenara, her zamanki gibi dikkatli sularda yüzmekten çekinmediği gerçeği acı veriyor.
***
Dünyada nükleer silahsızlanma konusunda en önemli kuruluşlardan biri olan IPPNW (Uluslararası Nükleer Savaşın Önlenmesi için Doktorlar Derneği), 1980 yılında kurularak 1985 yılında Nobel Barış Ödülü’nü kazanmıştır. 63 ülkede tıp öğrencileri ve sağlık çalışanlarıyla birlikte barışçıl ve güvenli bir dünya yaratmayı amaçlayan IPPNW, ülkemizde NÜSHED (Nükleer Savaşa Karşı Hekimler Derneği) adıyla tesis edildi. Ancak, 1986’da kuruluş izni alınmadan yasaklandı. Ülkemizde devlet tarafından desteklenen pek çok kuruluş varken, sağlık çalışanlarının bu alanda örgütlenmesi gereksiz ve sakıncalı görüldü. Derneğin kurulmasında yer alan değerli hekimler arasında Leziz Onaran, Özen Aşut, Nusret Fişek ve babam Behçet Aysan da bulunuyordu. İki yıl süren yargılamanın ardından davanın beraatle sonuçlandığı biliniyor.
Günümüzde, bilim insanlarının muhtemel bir nükleer felaketin getireceği sonuçları detaylı bir şekilde tartışması büyük önem taşıyor. Zira Hiroşima’da atılan atom bombasının ardından kaçan çıplak bir kız çocuğunun aklımızdan çıkmayan görüntüsü, benzer savaş suçlarının yine işlenebileceğini hatırlatıyor. Ayrıca, Saddam Hüseyin’in Irak’ta Halepçe’de gerçekleştirdiği katliamın, birkaç dakikada binlerce masum insanı yok ettiğini düşündüğümüzde, tarihin derslerini unutmamak gerektiği aşikârdır. Bugün, Mustafa Kemal’in dünyada sulh planına bağlı kalarak, diplomatik çabaları yeniden masaya yatırmak elzem bir gerekliliktir.
***
Yoksa hayatımız, bir Behçet Aysan şiirine dönüşmekten kurtulamayacak: “Pırlayan bir güvercinim/ napalmla yanmış/ ağaçların arasından/ denizin dibinde/ kıpır kıpır bir balık/ zehirli rüzgârıyla/ nükleer başlıklı denizanasının/ dallarım kopartılmış böğürtlen/ tank paletleriyle.”