USD42,96
%0.07
EURO50,51
%0.09
BIST11.271,83
%0.46
Petrol61,35
%0.03
GR. ALTIN5.978,93
%-0.24
BTC3.800.210,20
%0
İstanbul
Ankara
İzmir
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Aksaray
Amasya
Antalya
Ardahan
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bartın
Batman
Bayburt
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Düzce
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkâri
Hatay
Iğdır
Isparta
Kahramanmaraş
Karabük
Karaman
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırıkkale
Kırklareli
Kırşehir
Kilis
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Mardin
Mersin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Osmaniye
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Şırnak
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yalova
Yozgat
Zonguldak
  1. Haberler
  2. Gündem
  3. Özer Ciravoğlu: Şiirle Şehri Buluşturan İsim

Özer Ciravoğlu: Şiirle Şehri Buluşturan İsim

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Kitabı ilk elime aldığımda, sadece bir şiir kitabı değil, gençlik anılarıyla dolu bir hatıra tutuyordum. Geçmişte Özer Abi’yi, Dilay Kitabevi’nde sıkça görürdük ve Ganita’daki buluşmalarımızda da onun güler yüzü ve samimiyeti kalabalıkların içinde parlayan bir sıcaklık gibiydi. “Şair” terimi bizim için önce bir duruşu, daha sonra ise okunacak bir kitabı ifade ediyordu. Bu nedenle, “Üzünç Evi” benim için yalnızca bir eser değil; aynı zamanda belleğimi açan bir kapı niteliğinde.

Şimdi o kapıyı aralayalım.

BİR ŞAİRDEN ÇOK DAHA FAZLASI: KENTİN HAFIZASI

Özer Ciravoğlu denince akla ilk gelen şehir Trabzon olur. Trabzon’u hayata, dile ve şiire en doğrudan bağlayan isimlerden biridir. Bu noktada gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki, birçok şairin şehirleriyle olan ilişkisi mevcuttur. Yahya Kemal’in İstanbul’una, Ceyhun Atuf Kansu’nun Ankara’sına karşılık, Özer Ciravoğlu’nun Trabzon’u da derin bir bağ ile anılmalıdır. Bu ifade, sıradan bir övgü değildir. Çünkü onun şiirinde kentin sesi arka planda kalmaz; tam aksine, ana karakter olur. Meydan Parkı’ndaki gürültü, belediye koridorlarının ışık huzmeleri ya da Kıyı’da yapılan samimi sohbetler, Ganita kıyısındaki yosun kokusuyla birleşen duygusal veda… Tüm bunlar şiirin temelini oluşturur.

Bir zamanlar Dilay Kitabevi’nde onu gördüğümde de bu durum fark ediliyordu: O, üstün bir tondan konuşmayan, hayatın tam merkezinde duran bir sestir. Dinlerken, masasına omzunu koyarak görünümdeki bu sıcaklık, onun şiirine de isyan eden bir yaklaşımı yoktur.

“Üzünç Evi”: sadece bir evden daha fazlası

Kitabın adı “Üzünç Evi / Yeni Şiirler ve Seçmeler” dir. Kapaktaki resim ise, iki katlı bir Trabzon evini yansıtıyor. Eski taş duvarları, ahşap çerçeveler ve kapının üzerindeki küçük numara… Tüm bunlar bize Özer Ciravoğlu’nun şiirinin soyut bir gökyüzünden ziyade, güncel bir kapıya yaslandığını hatırlatıyor. Şiir, bir eve giriyor ve bir masaya oturuyor; yani “hayatın içinden geçen ses” olarak şekilleniyor.

Bu kitapta iki farklı akışın birleştiği noktayı görüyoruz:

Yeni şiirlerdeki kırılgan, birebir yaşanmış duygular,

Seçmeli metinlerdeki toplumsal duyarlılık.

Bu ikisi zayıflatma değil; bilakis birbirini tamamlayıcı bir rol üstleniyor. Önceki eserlerinde (“Seslenişler,” “Kriz ve Sevi”) bireyin ve şehrin yaralarının aynı şiir çerçevesinde buluştuğunu gözlemliyorduk. Aşkın yaralarıyla toplumsal yaralar yan yana yer alıyor. “Üzünç Evi,” bu bir araya gelişleri daha derinlemesine ifade ediyor.

Bana bu hediyeyi veren Fethi abinin yüzündeki ifade de bunu yansıtıyordu: “Bu ev sende dursun.” Sanki gizli bir anahtar veriyor gibiydi.

GANİTA’NIN ŞİİRE DÖNÜŞÜ

Kitaptaki “Ganita” şiiri bu açıdan oldukça etkileyici. O sahili bilen herkes için, Ganita yalnızca bir sahil değil; gençliğin, itirazların, dostlukların ve vedaların mekânıdır. Şiirde deniz “ölümsüz” olarak betimleniyor. Yosunların “bilinmeyen senfonisi” içten bir şekilde okuyucuyu etkiliyor. Masada duyulan bir “elveda şarkısı”, bakışların çözülmesine neden oluyor. Bu kopuş, yalnızca iki birey arasında değil; bir kuşağın ayrılışını da simgeliyor.

“Büyük bir kopuşma burası,

Her bağlamı yaratsa yeniden.”

Bu ifadeler, sadece Trabzon’un sahilinde çekilen bir hatırlatmadan yola çıkmıyor. Orada, bir dönemin sonlanması gibi bir hava hakim. Dostluk masasının kalkması, ardında kolektif bir hafıza bırakıyor. Ganita’da karşılaştığımız Özer abi, bir mekânı yalnızca coğrafya olarak değil, duygusal bir alan olarak inşa eden bir kişiydi.

Ganita’da buluştuğumuz zaman, o anlar bizim gözümüzden “büyük şairle karşılaştık” hissini uyandırmıyordu. Daha insani bir etkileşim vardı. Bir kahkaha, bir omuz, “Nasılsın?” diyen bir sıcaklık… İşte bu yakınlık, onun şiirindeki samimiyeti de yansıtıyor. Kendisini erişilemez bir konuma koymayan, şehrinde dolaşan bir sanatçının kimliğiydi bu.

MİMARLIK GİBİ KURULAN ŞİİR

Özer Ciravoğlu’nun özgeçmişine göz attığımızda, mimarlık eğitimi dikkat çekiyor. İTÜ ve KTÜ Mimarlık Fakülteleri’nden mezun. Ardından Trabzon Belediyesi’nde geçirdiği yıllar bu süreçte ona mekânı anlama becerisi kazandırıyor.

Bu derinlik şiirlerine yansıyor; kelime israfına yer yok. Süslü ifadelerden uzak durarak yazıyor. Gereksiz detayları törpüleyen bir mimar gibi, duygunun fazlasını kesiyor. Büyük cümleler yerine, yerinde bir çizgiyle anlatıyor. Bu nedenle, onun şiirinde yalınlık, sıradanlık değil, gerçek bir ustalık öne çıkıyor.

Ahmet Özer’in eserinde ifade ettiği gibi, Özer her “an”ı gözlemlemekten, bunları kaleme almaktan kaçınmayan bir şairdir. Bir dostunun acısını, bir tiyatro oyuncusunun yüzünden aldığı ışığı, ya da evdeki yalnızlıktan doğan aşkı yansıtır. Tüm bunları süslemelerden uzak bir biçimde aktarır. Bu durum, günümüzde hâlâ önemini koruyan bir tutum.

68’ten bu yana: Sesini yükseltmeden direniş

Arka kapak yazısında Ciravoğlu, “68 Kuşağı’nın sorgulayan duruşu ile yıllardır hayatın dinamiklerinden damıttığı şiir” olarak tanımlanıyor. Bu gerçekten önemli bir nokta. Ciravoğlu, politik unsurları şiirine dahil ederken nutuk atmaz. Sokakları öne çıkarıp insanları unutturan edebi dilden hep uzak kalmiştir.

Onun şiirinde öfke mevcut, ancak bu öfke gürültülü değil; incinmiş bir ruhun sesinden gelir. “Bakın, burada bir yanlışlık var,” derken bile, insanı önceleyen bir merhamet tonu bırakır. Bu ton, Trabzon sokaklarında edindiği bir derstir: Kimsenin tamamen yalnız olmadığı bir ortamda, ama kimsenin de tamamen korunmadığı ince bir denge hali yaratır. Bunu “birlikte yaralanmak” olarak tanımlayabiliriz.

İşte bu nedenle “Üzünç Evi”, bireysel kırılganlık ile toplumsal kırılganlığın birleştiği bir yansıma sunuyor. Bir aşk ayrılığı da, bir kuşağın yorgunluğu da aynı sayfalarda bir araya gelebiliyor. O sayfa bizlere der ki: “Bu da hayatın bir odasıdır. İstersen içeri gir.”

Şimdi, bu noktada bizde ne kalıyor?

Bu hafta bir edebiyat etkinliği için Trabzon’a gittiğimde, yanımda aslında sadece bir kitap taşıyormuşum gibi görünüyordu. Ancak durum, o kadar basit değil.

Şu an elimde olanlar ise şunlar:

Kıyı Dergisi standında uzatılan bir hediye.

Dilay Kitabevi’nden hala yankılanan bir kahkaha.

Ganita’da yan masada oturuyorlarmış gibi bir his.

Ve bir ev: Üzünç Evi.

Bu kitabı okurken fark ettiğim şey ise, Ciravoğlu’nun şiirinin büyük jestler peşinde olmadığını gösteriyor. Tam tersine, günlük yaşamda küçük detayların unutulmaması gerektiğini vurguluyor. Bir sehpanın üzerindeki bir bardak izi bile, kentin tarihine yol açabilir. Bir insanın yüzündeki çizgi bile, yeni kuşakların yorgunluğunu simgeler.

Trabzon’un denizine bakan herkes bilir: Dalga, kıyıyı döver; ama aynı zamanda kıyıyı da inşa eder. Özer Ciravoğlu’nun şiiri de tam bu gibi bir hareket sergiliyor. Kenti döverken aynı zamanda onu kuruyor. Bizi sarsıyor, toparlıyor.

Artık “Üzünç Evi” benim için yalnızca bir kitap adı değil; bir oda haline geldi. İçeri girdiğimde, insan sesini bulduğum bir mekan olarak kalacak.

0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
Özer Ciravoğlu: Şiirle Şehri Buluşturan İsim
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Girdap Haber ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!