Türkiye’nin 1808’de Sened-i İttifak ile başlayan demokrasi mücadelesi, tarih boyunca inişli çıkışlı birçok süreçten geçti. Ancak günümüzdeki durum, öncekilerden çok daha vahim bir hal aldı. Mevcut iktidarın, demokrasiyi geniş kesimlere yaymak ve toplumu muasır medeniyetler seviyesine çıkarmak gibi bir amacı olmadığı artık anlaşılmış durumda. Siyasal İslamcı bir anlayışla yönetilen bu iktidar, asıl hedefini çok ustaca gizlemeyi başardı. 15 Temmuz 2016’da gerçekleştirilen darbe girişimi, bu hedefin önemli bir aşamasını başarıyla geçiştirmiş oldu. Geriye ise yalnızca ‘mutlak iktidarın’ tesis edilmesi için yapılması gereken son adımlar kalmıştı. Bu bağlamda, 31 Mart yerel seçiminden sonra başlayan süreç, bu son adımların hayata geçirilmesi için tasarlanmıştı.
Hatay Milletvekili seçilen Can Atalay’ın cezaevinde tutulması, yerel mahkemenin üst mahkeme kararına uymaması, Yargıtay ile Anayasa Mahkemesi (AYM) arasında yaşanan yetki karmaşası ve partili savcı atanması gibi olaylar, bu planın bir parçası olarak değerlendirildi. Özellikle CHP’li belediyelere yönelik başlatılan operasyonlar, bu hukuksuz sürecin en çarpıcı örneklerinden biriydi.
Ancak, bu süreçte önemli bir hesap hatası yapılmıştı. ‘Turpun büyüğü heybede’ açıklaması sonrası, savcının Ekrem İmamoğlu hakkında gözaltı kararı vermemesi, muhalefetin güçlenmesine yol açtı. İmamoğlu’nun karara karşı direneceğini açıklaması, CHP yönetiminin inisiyatifi ele alarak son yıllarda görmediğimiz bir siyasi hareketliliği başlattı. Türkiye, günlerce muhalefet güçlerini ve iktidarın yönetim anlayışı nedeniyle yoksullaşan, umudunu yitirmek üzere olan bireyleri bir araya getirmeyi başardı.
Uzun yıllar sonra, Türkiye’nin Cumhuriyetin kurucu partisi olan CHP, yeniden umut haline gelmeyi başardı. İçinde üç parçaya ayrılmış olan CHP, bu dönemde tek yumruk haline gelerek, muhalefete önderlik etmeye başladı. Bu durum, toplumun genelini etkileyen demokrasi kültürü eksikliği ve demokrasiyi sadece ‘’amaç için araç’’ olarak değerlendiren anlayışın oluşturduğu güç zehirlenmesinin faturası, toplumsal çoğunluğa çıkarıldığında, bir nebze olsun bu birlikteliğin önemini ortaya koyuyor.
Her ne kadar iktidarın 19 Mart tarihli hukuksuzluk şerrinden hayır çıkmış gibi görünmese de, toplumsal mücadele ve birlikteliğin ortaya çıkması, demokrasinin yeniden canlanması umudunu filizlendirdi. Bu süreçte bir araya gelen muhalif güçler, toplumun ortak baskı ve yoksulluk sorunlarına karşı bir dayanışma geliştirmiş oldu. Gerçek demokrasi mücadelesinin, toplumun en alt kesimlerinden en üst kesimlerine kadar herkesin katılımıyla sürdüğünde anlam kazanacağına dair umut, yeniden yeşermeye başladı.