17 Haziran’da Metrohan’da ilk gösterimi gerçekleştirilen “Bir Babıali Zirvesi” başlıklı, Habitat TV yapımı Zeynep Oral belgeselini henüz izleme fırsatı bulamadım. Ancak Dikmen Gürün’ün geçtiğimiz haftaki yazısındaki izlenimleri sayesinde, Zeynep Oral’ın olaylarını belleklerimde yeniden canlandırmayı başardım. Bu yazımda, Zeynep’le yaşanmış anıları paylaşmak istiyorum.
Sevda Şener Hoca’m, yurtdışındaki bir toplantıda Zeynep’i ilk kez tanıdığında, onu Ondine’e benzetmişti. Ondine, İngiliz Kraliyet Balesi yıldızı Margot Fontayn için “koreografilendirilmiş” olan bir balletin başkişisiydi. Ölümlü birine âşık olduğu sürece insan olan, ihanete uğradığında ise gizemli sualtı dünyasına dönen bu narin su perisini andıran benzetmenin doğruluğuna ben de bir yurtdışı yolculuğunda tanık oldum. Belindeki rahatsızlık nedeniyle ağır yük taşımaktan kaçınması gereken Zeynep’in, bavulunu hafif tutması için, diş macununun bile tam gününde bitmeye yüz tutmuş olanını yola çıkartması önerilmişti. Oysa Zeynep, kırılgan görünümünün aksine, oldukça güçlü bir irade sahibi bir dergi yöneticisiydi; Milliyet Sanat yazılarını telefonla sipariş edip tam zamanında teslim edilmesini isterdi.
YURTDIŞINDA ELEŞTİRMEN BULUŞMALARI
Birlikte yaptığımız yolculuklar çoğunlukla Uluslararası Eleştirmenler Birliği’nin kongreleri dolayısıyla gerçekleşmiştir. 1980’li ve 90’lı yıllarda bizim Tiyatro Eleştirmenleri Birliği yeni bir yapı oluşma sürecindeydi ve bu uluslararası kongrelerde yönetim kuruluna girmemiz olasıydı. Bu hedef doğrultusunda, kongrelerde yer alan sempozyumlarda etkileyici bildiriler sunmaktaydık. Zeynep Fransızca konuşan delegelerle irtibat kurar, ben de İngilizce konuşanlarla bir araya gelirdim. Yoğun bir çaba gerektiren bu sürecin üstesinden gelerek beş altı yıl üst üste yönetim kuruluna girmeyi başardık. Kongrelerde Zeynep ile birbirimizi göremediğimiz zamanlar da oluyordu; Zeynep, aynı zamanda Türkiye’ye yazı yetiştirmekle meşguldü.
Birbirimizi gördüğümüzde ise Zeynep her zaman eğlenceli bir öneriyle karşımıza çıkardı. Yufka yürekli arkadaşımız, bir Varşova kongresinde ağır bir gribe yakalanarak üç gün boyunca yatağından çıkamayan Dikmen Gürün’ü neşelendirmek amacıyla -nereden bulup satın aldığı bilinmez- bir cep matarasına doldurduğu kanyak ve otel odasına getirdiği atıştırmalıklarla bir kutlama düzenlemişti. Ayrıca, bir Lizbon kongresinin öğle arasında, Portekiz büyükelçimiz yazar Yıldırım Keskin’e rica ederek, aynı otelde konakladığım Lütfi Ay ile birlikte beni şehrin yeni limanındaki anıtları görmek için elçiliğin arabasıyla geziye çıkarmıştı.
ROMA SOSYETE PAZARINDAN HELSİNKİ ‘BEYFENDİLER KULUBÜ’NE
Yağmurlu bir kasım ayında gerçekleşen Roma kongresinde, kentin sosyete pazarına gitmek için bir boşluk yaratmıştık. Zeynep yerini nereden öğrendiyse, cinsiyetinin yanı sıra, kıyafetiyle de dikkat çekiyordu. Satıcıların “Ladies watch your purse” (Hanımlar cüzdanınıza dikkat edin) uyarısına rağmen, Zeynep su aldığı fark ettiğinde, çizmelerini orada bırakıp yeni aldığı İtalyan çizmelerini giymişti.
Zeynep, dar zaman dilimlerini en iyi şekilde değerlendirebilme yeteneğine sahipti. Beğenmediği bir tiyatro oyununu yarıda bırakıp şık bir kafede oturmayı tercih ederdi. Ya da sıkıcı bir toplu gezidense, önerilen bir oyuna gitmeyi yeğlerdik. Doğu Berlin kongresinde, tiyatroya ulaşmak için karanlık ve ıssız sokaklarda yürüyerek, Doğu Alman vatandaşlarından yardım almak zorunda kalmıştık. Helsinki’deki kongreye herkesten önce varmıştık. Gece geç bir saatte bulduğumuz bir “Beyefendiler Kulübü”nde, iki kadın olarak keyifli bir akşam yemeği geçirmiştik. Kimse bize bir şey sormamıştı, sorulsaydı Zeynep’in gazeteci kimliğini öne sürerek “inceleme yapmak için” geldiğimizi belirtmesi oldukça muhtemeldi.
Bütün bunlar, Zeynep’in yaşantısına dair benim gözlemlerimdir.