Kadere olan rızam, yazarına olan sevdamızdandır.

Rüyamda zombi istilası başlamıştı. Bildiğimiz dünyanın sonu gelmiş, ortalık yangın yeri, çığlıklaaarrr yardım çığlıkları. Peki ben napiyorum? Koştur koştur bi kasap bulup çiğ köftelik et çektiriyorum. Kasaptan çıkıp simit bulgur peşine gidiyorum. Pis boğazlığın Nirvanasıyım. Neyse savunma için silah aramak geldi aklıma. Tabi çiğ köfteyi halledip yedim. Kafam çalışmaya başladı. O ara Mahmut Tuncer bana silah odasının anahtarını veriyor. Tam yırttık diye sevinirken bütün silahlar boncuk atanlardanmış. O ara Nihat Doğan zombi olmuş bana saldırırken kan ter içinde uyandım. Sonra devlet güçleri geldi; Ne Mutlu Türk’üm Diyene!
En uyuz olduğum şey şu zombiler. Lan ölmüşsün, bir şans daha verilmiş geri canlanmışsın. Ne millete tebelleş oluyorsun? Yok oranı buranı ısıracağım, yok buranı yiyeceğim diye. Edebinle bir işe başla, hayatını yaşa….
Ne güzel demiş Ziya Gökalp;
“Karacık dağından, Kıpçak çölünden gelen atalarım gibi Türk’üm ben.
Bana yol gösteren benden olmalı;
Olamaz Türk’e baş, Türk’üm demeyen.”
Yanlış kararlar almamak için elimizde güçlü bir koz var, karar almamak .
Ben mesela kötü bir karar almadan önce Aristo ve Platon ile oturup reddediyoruz. Ama sonra ben gidip yapıyorum.
Hah işte tam da burda hayatın birçok anında bir şeyleri yapmamak için kendimize mantıklı gelen bahaneler üretiriz. “Hazır değilim”, “Zamanı değil”, “Ya rezil olursam” gibi düşünceler zihnimizi meşgul eder. Oysa bu düşünceler çoğu zaman bizi korumaktan çok kısıtlar. Kaygılar, ihtimaller, ne olur ne olmazlar derken yaşamak dediğimiz şey, bir tür zihinsel hesaplaşmaya dönüşür. Her adımı önce kafamızda defalarca yaşar, sonra gerçek hayatta hiçbir adım atmayız. Ve zamanla düşüncelerimiz hayatın yerine geçmeye başlar; ama o düşünceler, yaşamın kendisi değildir. Bir şeyi yapmak, risk almak demektir. Ama risk almak, yaşadığını hissetmektir aynı zamanda. Kötü sonuçlarla karşılaşmak can yakabilir, ama “en azından denedim” diyebilmenin iç huzuru, hiç denememiş olmanın pişmanlığından çok daha hafiftir. Sürekli düşünerek yaşadığımızda, yaşamaktan çok erteliyoruz aslında. Ve hayat, erteledikçe tükeniyor. Belki de artık düşünmekten değil, yapmaktan korkmamız gerekiyordur. Çünkü hayat, düşüncelerle değil, atılan adımlarla şekillenir.
Neyse gelelim hiç uyanmak istemediğim uykumdan uyanma ritüeline; sabah uyanınca nasıl hissediyorum? O yastıktan kafamı kaldırıyorum efendim, telefonunu elime alıp e-devlet’e bakıyorum beni Katarlılara vermişler mi diye. Bir hayal kırıklığı, yüzümü yıkayamıyorum Bay Kemal Dış Minnaklarla bir olup suyumu kesmişler. Açıyorum Uğur Işılak’tan Sayın Cumhurbaşkanımıza hitap edilen Dombra’yı ve moodumu yakalıyorum tabi. Ardından bi nowtv bi ahaber tıkkk depresifleşiyorum. Kafamda kuruyorum güzel bir senaryo sağlam bir çöküntü günü yaşıyorum tabi. Ne iş yapıyorum? Silahçıyım, insanlara güvenlik ve korunma tılsımı satıyorum tabi. Evet bu muhalefetin hali ve gidişatı nanay…
Ya millet şu her konuda “Analiz” işini fazla abartıyorsunuz! “Analist” Frenkçe “Anal” kökünden türemiş br kelime olup, götünden uyduran manasına gelir. Çok şey etmeyin kuzum. Saz öğreneyim dedim kurs için yıllık 16.000 lira istediler. La olm sanki Aşık Veysel mi vericek kursu. Anlaşıldı kuzum saz öğrenmek için birinizi vurup cezaevine gircez…
Rabbim ben ve alayınızın hayatında ki eksiklikleri tez zamanda doldursın
Direnin ey insanlar, hatta direnirken de gülümsemeyi bırakmayın. Saygı ve hürmetle büyük küçük demeden alayınızın ellerinden öperim…
Unutmadan; Cesaret bulaşıcıdır…
10 kuruşluk pul ve imza…
“Okuyucular üzülmesin, çünkü; Bozkurtlar dirilecektir.”
Kolay gelsin yine döktürmüşsün.